Direnişin Korkusuz Çığlığı: Erdal Eren
Duygu Tuncel
13 Aralık 1980 ülkemizin kara tarihine eklendiğinde Erdal Eren yaşı on yedi olmasına rağmen sırf ibret-i alem olması için idam edilen, ölümden yine de korkmayan bir gençti.
En acısı ise o zaman bu gence idam kararı veren hakimlerin de bildiği gibi bu karar 12 Eylül’ün “Asmayalım da besleyelim mi?” politikasının bir sonucu oluşudur.
Biraz da olayın başlangıcına dönelim. Erdal Eren ve arkadaşları, Sinan Süner’in MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması tarafından vurularak öldürülmesi üzerine bir eylem yaparlar ve bu eylemde bir er ölür. Erdal Eren ise bu eri öldüren kurşunu attığı gerekçesiyle hızlı bir şekilde yargılanır ve idama mahkum edilir. 12 Eylül’ün baskıcı havası içinde sorgusuz sualsiz, hiçbir inceleme yapılmadan verilir bu karar. O dönemin kabarık ve acı bilançosu içinde canımızı en çok yakan bu ülkenin bir gencini yaşı dahi tutmamasına rağmen, dava dosyası doğru dürüst incelenmeden, hafifletici sebepler dikkate alınmadan ölüme yollanması oldu. En çok dikkat çeken ise kararı iki kez bozan Askeri Yargıtay 3. Dairesi’nden emekli hakim Ahmet Turan’ın, kararın ciddi bir adli hata olduğunu defalarca belirtmesidir
Hepimizin bildiği gibi 12 Eylül ve Kenan Evren dönemi tamamen kara bir zaman aralığıdır. Amacı demokrasi, eşitlik, özgürlük mücadelesi veren gençleri korkutmak, gücün kendi ellerinde olduğunu göstererek mücadele ruhunu zedelemekti. Darbeci general Kenan Evren “Asmayalım da besleyelim mi?”diyerek geniş kitleler üzerine uygulanan bu haksız sindirme politikasının özetini kendi ağzından çıkan bu sözlerle yapmıştır.
Maalesef hala günümüzde 12 Eylül’ün izlerini taşıyoruz. O dönemde işkence gören insanlar bu travmayla baş etmeye çalışıyor, akıllarına geldiğinde hala taze olan bir acıyı hissederek ağlayabiliyorlar. YÖK üniversitelerin özgürleşmesi ve ilerlemesinin önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor.
Kısacası 12 Eylül aslında hala sürüyor. Darbecilerse yargılanmıyor.
AKP hükümeti “Darbeciler yargılansın” seslerine kulaklarını tıkamakla kalmayıp kendinden olmayana tahammülsüzlüğü, kadrolaşma politikalarıyla ülkede darbe havası yaratıyor.Hakkını arayan her insan bir şekilde sindiriliyor.12 Eylül’ün bize hediye ettiği bu zihniyet hala değişmedi.
Erdal Eren bu zihniyetin ölümcül sonuçlarının en somut örneklerinden biridir. Ve bizim görevimiz darbeye kurban verilen bu gençleri unutmamak, unutturmamaktır.
“Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir.”
İşte Erdal Eren’in son mektubundan bir alıntı. O ölüme devrim mücadelesine sonsuz inancını büyüterek gitti. Onu idama mahkum edenlere inat, korkusuzca !
O devrimin korkusuz çığlığı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder