25 Aralık 2009 Cuma

ÇAKI-YORUM

Oliver Çakı

Yoldaşlar bugün çok yoğunum, müjdeli haberi alınca duramadım, düğünden kalan altınları bozdurmaya sirkeciye gidiyordum ki aklıma okuyucularım geldi. Hesapladım, özelleştirmeden bir kantin kapatsam ömrümün sonuna kadar çekirdek çıtlayabilirim. Ama biliyorum ki zavallı öğrencileri bu kara ormanda yalnız bırakamam... Neyse.
Şu fakültede bilimum Pavlov oyunları ve beyin yıkama teknikleriyle inandırılmak istediğimiz yalanlardan biri de, idealist olmadığımız iddiasıdır.
O zamanlar bazılarına çok uzak gelebilir, "İnsanlık! Kutsallık!" bulutlarıyla fakülteye giren bir sevgi kelebeğidir ilk senesindeki bir öğrenci. Bu "megali idea"lar, nedense öncelikle iki sene zulada bekletilir. Bu sürede uzayıp kısalan telomerler, radyoaktif materyaller ve kükürtlü aminoasitler gibi bilimum fantezi materyaline maruz kalınır. Fizyoloji labındaki spirometrelerin kocaman silindirleri ezer bizi. F, DD falan alırız. Bu alçak baskı, "ulan acaba yanlış mı yaptım?" sorusunu sorana kadar devam eder.
Ve işte masum düşüncelerimize saldıran dış mihraklar hain planlarını üçüncü sınıfta ".....'e giriş" derslerinde uygulamaya başlarlar. İşte bu anda başlar ilk pratik. Ah, ah yoldaşlar. Ne büyük bir andır o. Nasıl koşup da alınır ilk steteskop, o gömlek nasıl bir gururla giyilir. Hedef bir dahiliye servisidir. O an hastayı sırtında taşımaya, rektal tuşe yapmaya, bıraksalar laparotomi yapmaya hazır olan ateşli öğrencilere asistanın verdiği "607'den anamnez alın!" yanıtı cephede bozgun etkisi yaratır. İki senedir içinde bulunduğu tatminsizliğe karşı İstiklal Harbi'ni başlatan öğrenciler tek kroşede yıkılır.
Yedi kişi girilen odada, hastaneye on birinci yatışını yapmış yetmiş yaşında bir nörobehçet hastası yatmaktadır. Saf-i şikayet dedenin şikayet kısmını geçebilen öğrenci plaketi, hikayeyi alabilen İstiklal Madalyasını hak etmiştir. Ayakta iki saat, anlatılmaz yaşanır, ayaklar şişer, bel ağrısı bir bela. İnsanın içi geçer... Dede, hala anlatmaktadır.
Hamam gibi odaya 11 kişi girip ter atmaktan, ekmek kuyruğu gibi kuyruğa girip hasta muayene etmekten bıkabiliriz. Bu süreç içinde içi geçmiş muşmula asistanlar ve dinozorlar tarafından kovulabilir, aşağılanabilir, inhibe edilebiliriz. "Bir şey öğrenmek istemediğimiz, kaçtığımız, boş insanlar olduğumuz" söylenebilir. Hoca her zaman haklıdır. Bu ortamda kendine güvenini ve inancını kaybetmeyeni, kavanoza koyup histolojide sergilemek lazım gelir.
Canım yoldaşlarım, yapmanız gereken buraya her adım attığımızda yuvarlak, metal, devasa bir sirk kapısından içeriye girdiğimizi unutmamaktır. Bu sirkte öğrenciye düşen görev hastanın başında aslan terbiyecisi, sınavın önünde ip cambazı, sözlüde tek tekerlekli bisiklet üstünde on top döndüren palyaço olmaktır.
Burayı sevelim, Cerrahpaşayı bir sirk, bir maskeli balo, bir çılgın seks partisi gibi yaşayalım yoldaşlar. Herkesi öpüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder